Çağdaşlık, birisinin, kendisine
bağlı olduğu ve aynı zamanda
ona olan mesafesini koruduğu kendi zamanıyla kurduğu tekil bir ilişkidir. Daha açık söylemek gerekirse,
bu ayrışma ve anakronizm aracılığıyla bağlı olunan zamanla kurulan
bir ilişkidir. Çağıyla iyi bir biçimde
uyuşanlar, ona her bakımdan tamamen bağlı olanlar, tam da onu nasıl
göreceklerini bilemediklerinden,
ona bakmayı beceremediklerinden
dolayı çağdaş değillerdir.
Sanatta en muammalı ve kafa karıştırıcı terimlerden biri olan “çağdaş”lık üzerine özellikle son on yılda
Türkiye ve yurt dışında yayınlanan teorik çalışmalar büyük bir artış gösterdi. Bununla birlikte terimin
neye karşılık geldiğine yönelik net bir sonuca hala ulaşılmış değil. Öte yandan, söz konusu tartışmaların
birleştiği ortak noktalar yine de var. Tartışmalar sanatın, sanatçının ancak çağdaş olabildiğinde kendi
ülküsünü yerine getirdiği noktasında birleşiyor gibi görünseler de çağdaşlık için sanatın anlamsal ve
biçimsel özelliklerinden çok şey yitirdiğini dile getirenler de azımsanmayacak derecede. Bir başka deyişle
çağdaşlık meselesi artık şüphe götürür bir hale geldi ve sanat yapıtının sanatsal kaliteden ziyade sanatın
teşhire çıktığı ortamların sosyo politik, ekonomik ve kültürel özellikleri çerçevesinde değerlendirilmesi
kaçınılmaz oldu.
Nicolas
Bourriaud’ın
1998 yılında yazdığı “İlişkisel Estetik”, değişen dünya düzeniyle beraber başka
bir forma evirilen sanatın, var olan sanat kuramlarıyla açıklanmasının yetersiz
kalması sonucu ortaya çıkmış bir eserdir. Ana hatları ile yedi bölümden oluşan
bu kitapta Bourriaudkarşılıklı-eylem,
biraradalık, ilişkisellik kavramları üzerinden bir estetik kuram ortaya koymaya
çalışır.
İlişkisel Form bölümü içinde yazar çağdaş sanatsal
uygulamalar üzerinden sanat eseri, sanatçı ve toplumsal aralık kavramlarını
tartışır. “Sanatçılarla aynı durumdan yola çıkmazsak, doksanlı yıllarda yapılan
sergilerde ortaya konan sanatsal tavırları ve arkalarındaki düşünce tarzını
nasıl anlayabiliriz?”[1]
diye soran Bourriaud sanatçının doksanlı yıllarda yaşadığı değişimi ve bu
değişime etki eden tarihsel süreçleri değerlendirmeye alır. Sonuç olarak da;
“Sanat gelecekteki bir dünyayı duyurmalı ya da hazırlamalıydı: Bugün ise olası
evrenleri biçimlendiriyor.”[2]
der. Bu biçimlendirme sürecinin sanatçının kendi tercihi olduğunu da vurgular.
Enformasyon ve bilgi çağı olarak tanımladığımız bir
dönemde yaşamaktayız. Fakat sahip olunan bilgi, insanı dünyayı ve evreni daha
iyi anlayabilmek konusunda geliştirirken bireysel olarak yalnızlığa itmektedir.
Bireyin yalnızlığa itildiği bu süreçte sanatçı ürettiği ürünlerle gelecek
üzerine bir tasavvur yapmak yerine anı sorgulamayı ve alıcının da dâhil olduğu
sanatsal ürünler ortaya koymayı tercih etmektedir. İlişkisel sanatın üretilmesi
de tüketilmesi de kolektif bir yapıda olabilir. Bunu verdiği örneklerle
açıklayan Bourriaud bir ilişkisel sanat kuramı değil aslında bir ilişkisel form
kuramı oluşturmaya çalışır.
İlişkisel estetik materyalist bir geleneğe dâhildir.
Althuser’in son metinlerinde ilişkisel estetik “karşılaşma materyalizmi” ya da
“rastlantısal materyalizm” şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Bu tanımlamanın
nedeni artık sanat eserinin belirli bir zaman dilimi içerisinde
görülebilmesiyle (performans sanatı) ilgilidir. Artık evrensel bir kitleye açık
anıtsal bir zamansallık çerçevesinde tüketilmeye uygun değildir. Performans
sergilenir ve orada biter. Geriye sadece kayda düşülmüş belgeleme çalışması
dışında bir şey kalmaz. Ortaya konulan sanat niteliği taşıyan bir performans
olsa bile elimizde olan belgeme çalışmasının sanat eserinin özünü ne kadar
aktarabildiği ve yeri geldiğinde sanat eserinin kendisiymiş gibi
değerlendirilebilen bir düzeye ulaşmış olması yazarın üzerinde durmadığı ayrı
bir tartışma konusudur. Sanat alıcısının sanat eseri ile gireceği iletişimi bir
belgeme çalışması ile gerçekleştirmesinin bir tarihi eserin fotoğrafı ya da
videosuna bakarak elde edilebilecek bilgi ve hazdan ne farkı vardır?
Deneyimleyemediğimiz bir olayı kavrayabilmemiz ne kadar mümkündür?Ayrıca bir diğer sorunda bu belgeleme
çalışmaların zamanla sanat nesnesinin önüne geçerek gerçek sanat nesnesiymiş
gibi algılanmasıdır. Performans anını yansıtan her fotoğraf ya da video kaydı
sanatsal bir nitelik taşıyabilir mi? Eğer böyle bir durum mümkün olsaydı
çekilen her Michelangelo, Da Vinci, Picasso eserinin fotoğrafını da mı sanat
eseri olarak ele alacaktık?
Fluxus ve Happening performansları ile kurumsallaştırılan
seyircinin esere katılımı süreci doksanlı yıllarda ortaya koyulan işlerde
alıcıyı daha da ön plana çıkartmıştır. Tiravanija’nın Venedik Bienali için 93
yılında yapmış olduğu çalışmayı örnekleyerek bunu aktaran yazar bir yandan da
temelinde ticaretin bulunduğu bir insan etkinliği olan sanat için alıcının
önemini gözler önüne sermektedir.
Jean-Luc Godard’ın “Bir imge için iki kişi olmak
gerekir.” Ya da Duchamp’ın “Tabloları meydana getirenler, onlara bakanlardır.”
sözleri düşünüldüğünde sanatçının ve sanat eserinin var olması, varlığını devam
ettirebilmesi için bakan gözlerin/alıcının var olması gerekliliğini
vurgulamakta yeterlidir. Bu belgeleme çalışmaları sanat alıcısının değil
belgeleyenin gözleridir.
Ramo Nash çevresinin bakış açısını ele alacak olursak da;
“Sanatı yapan sanattır, sanatçılar değil” yani sanatçı sadece kendisini aşmakta
olan yasalara hizmet eden, bilinçsiz bir araç konumundadır. Ya da bir başka
değişle sanat eserinin tamamlanması alıcı ile buluştuğu anda mümkündür. Bu
bakış açısından yola çıkan doksanlı yıllar sanatının, izleyiciyi içine dâhil
eden hatta eserin formunu biçimlendirmesine izin veren bir yapıya sahip olması daha
anlaşılabilir.
Bu durumda karşımıza şöyle bir sorunsal çıktığını
düşünüyorum; birbirinden tamamen farklı onlarca bireyin sanatçısın zihninde
canlandırdığına yakın bir form ortaya çıkarabilmesi mümkün müdür? Ya da formu
önceden belirsiz bir nesne sanat eseri olabilir mi? Bourriaud’un belirttiği
gibi ilişkisel sanat kendisinden önce var olmuş hiçbir akımın yeniden
yorumlanması değildir. “İlişkisel sanatı doğuran şimdiki zamanın gözlemlenmesi
ve sanatsal etkinliğin yazgısı üzerinde kafa yorulmasıdır.[3]”
Bu durumda sanat nesnesi ortadan kalkmakta ve eylemin kendisi sanata
dönüşmektedir. Bu nedenle alışkın olduğumuz anıtsal eserlerden (resim, heykel,
mimari vb.) farklı olarak, ilişkisel sanat formunda olan eserle karşılaşma
şansımız o an orada bulunmamızla mümkün olabilecek bir durumdur. Çünkü
ilişkisel sanat formu o an’a aittir. Her hangi bir şehir meydanı ya da müzeye
gidip istediğimiz an görebileceğimiz eserler değillerdir onlar, o an kolektif
bir yapı içerinde üretilir ve tüketilir. Bu da başka bir sorunsalı doğurur;
sanat eserinin kalıcılığı sorunsalı. Bourriaud bunu sanat tarihçileri ve klasik
estetikçileri bekleyen tuzaklardan biri olarak tanımlar. Birinci tuzak;
idealizmdir, ikinci tuzak ise; tam tersine tarihin mekanik bir biçimde
kavranmasıdır. Klasik anlayışta “idealizm sanatı kendi yasalarının güdümünde
olan, özerk bir alan olarak kavrar.”[4]
İlişkisel sanat için ise söz konusu olan, üretim koşullarını dışarıdan çizmek
değil, kullandığı jestleri masaya yatırmak, zemin hazırladığı toplumsal
ilişkileri çözmektir. İkinci tuzak olan tarihin mekanik olarak kavranışında ise
her yeni teknolojik donanımın, sistematik olarak düşünce biçimlerinde belli
değişikler meydana getireceği ön görülür. Fakat bu önerme de her zaman doğru
değildir.
İçinde yaşadığımız gösteri toplumunda ve iletişim çağında,
gittikçe bir birinden uzaklaşan insanların arasında olan iletişimsiz iletişimi
konu alan günümüz sanatçıları, ister istemez medya araçlarından beslenmektedir.
Temelinde insan etkileşiminin bulunmasına rağmen, ticaretin de bulunduğu bir
insan eylemi olarak sanatı değerlendirdiğimizde, sanat eseri olayın hem nesnesi
hem de öznesi konumuna düşmektedir. Bu durum ister istemez sanatçının bilinçaltında
eserini biçimlendirmesine etki etmektedir. Yazar Ekran İlişkileri bölümünde
sanatçının üzerinde oluşan bu ticari kaygıyı birkaç cümleden daha derin
aktarabilirdi.
Felix Gonzalez- Torres’in işleri ve Felix Guattari’nin
estetik paradigması üzerine yazdığı bölümlerle ilişkisel estetiği daha iyi
tanımlamaya çalışan yazar, tarihsel akış içerisinde sanat ve estetik üzerine
yapılmış söylevlerle kendi söylevlerini güçlendirmiş ve konuyu okuyucu için
anlaşılabilir kılmıştır.
Guattari’nin estetik bakış açısına göre eser sadece
yaratıcının bakış açısını dikkate alır ve sanat iradeyle malzemenin katıksız
bir çarpışmasıdır. Guattari’nin estetik algısına göre alıcının dışarıda kaldığı
ve sanatçının ön planda olduğu bakış açısı ilişkisel sanat anlayışı ile ters
düşmektedir. Guattari’nin öznellik kavramına vurgu yapan yazar; “Öznellik
sadece ikinci bir öznellik varsa var olabilir.” Sözünü de okuyucuya
aktarmaktadır. Bu Marx’ın Feuerbach Üzerine Tezler’de tanımladığı insan ile
özdeşlik gösteren bir tanımdır. Marx’a göre insan “sosyal ilişkilerin
bütünü”dür. O zaman sanat eseri de bir ifade biçimi olarak ele alınırsa var
olması için bu sosyal ilişkilere yani ikinci bir öznelliğe ihtiyaç duymaktadır.
Kısaca sanat eseri alıcısı olmadan var olamaz ve bunu
fark eden günümüz sanatçıları eserlerini daha çok alıcıya endeksli
üretmektedir. İlişkisel estetik alanında orada o anda üretilen ve o anda tüketilen
ürünler ise sanatın sonunun geldiğinin kabullenilmesini ya da faklılaşan bu
eylemlerin klasik sanat çevreleri tarafından kabul görülebilir bir mantıksal
altyapıya oturtulabilmeleri için zamana ihtiyaç duymaktadır.
İletişimin amacı, kısaca sorunlarımızı çözmek, gereksinimlerimizi karşılamaktır. Etkili iletişim nasıl kurulur ve hangi davranışlarımız etkili iletişim olarak tanımlanabilir?
Etkili İletişim Becerileri Nelerdir?
Kendini tanımak
Kendini açmak ve kendini doğru ifade etmek
Karşımızdakini etkin ve ilgili dinlemek
Empati kurabilmek (kendimizi karşımızdaki kişinin yerine koyabilmek)
Hoşgörülü ve önyargısız olmak
Eleştirilere karşı açık olmak
Beden dili, göz kontağı, hitap, ses düzeyi vb. kurabilmek…
Konuşmacının sözlerine olduğu kadar sözsüz mesajlarına da dikkat eder.
Konuşmacının duygu ve düşüncelerine anladığını gösteren sözlü ifadelerde bulunur.
İletişimde Sıklıkla Yapılan Hatalar nelerdir?
Emir vermek
İsim takmak
Yargılamak
Tehdit etmek
Sınamak
Nutuk çekmek
Uyarmak
Öğüt vermek
Suçlamak
Konuyu saptırmak
Eleştirmek
Alay etmek
İletişimin amacı:Kısaca sorunlarımızı çözmek, gereksinimlerimizi karşılamaktır. Etkili iletişim nasıl kurulur ve hangi davranışlarımız etkili iletişim olarak tanımlanabilir? Genelde kendimizi ifade ederken, ya saldırgan davranırız ya savunmadayızdır, ya pasif ve de etkisizdir, ya da girişken, etkili ve de sorun çözmeye yönelik davranırız… İlk üç davranış biçimi iletişimde kaos yaratacaktır.
Bu tarz iletişimle anlaşılmadığımızı ve anlamadığımızı hissederiz. Atılgan davranış biçimi olarak da niteleyebileceğimiz son şıkta ise etkili bir iletişim başlatmışız demektir. Unutmayalım ki etkili iletişim öğrenilebilir.
Kullandığımız kelimeler vasıtası ile etkili olmak istiyorsak, kararlı olmalıyız. Tam olarak ne yapmak istediğimizi bilmemiz gerek. Ve kullandığımız kelimeler isteğimizle uyum içinde olmalıdır. Dikkatimizi karşımızdaki kişiye yöneltmeliyiz. Biri ile konuşurken çevreyi gözden geçiriyorsanız etkili olamazsınız. Ne istediğimizi, duygularımızı dolambaçlı yollara sapmadan net ve açık bir şekilde söylemeliyiz.
Kızıma dedim, gelinim anlasın stratejisi anlaşmazlık yaratır. Duygu, düşünce ve davranışlarımızda kararlı ve tutarlı olmalıyız. Bugün dediğimizi yarın inkâr etmemeliyiz. Sonuçları yorumlayabilmeli bunlarla ilgili konuşabilmeliyiz.
Bir satranç tahtası düşünün, nasıl ki her bir taş hareketi diğer taşları ve oyunun bütününü etkileyecektir, unutmayın hayatta böyledir.
Karşımızdakinin fikrini almalı, aynı fikirde olup olmadığımızı test etmeliyiz. Başka fikirlere açık olmalıyız. Dediğim dedik anlayışına sahip olanlar etkili iletişimi öğrenmekten vazgeçsinler.
İletişimle ilgili geri bildirim vermeliyiz. Geri bildirim, her iletişimde hayati bir özellik taşır. Anladığınızı ve anlaşıldığınızı hissettiğinizde bunu karşı tarafa iletiniz.
Bu bağlamda çok kelime ile konuşmak, etkili iletişimin temel kaynağı olarak görülmemeli, aşağıda belirttiğimiz özelliklerin hepsi, bir bütün halinde kullanılırsa başarılı olunabilmektedir. Şimdi bu söylediklerimizi maddeler ile açıklayabiliriz.
Temel olarak: İlişkilerde pozitif olmak, olaylara iyi taraflarından bakmak etkili iletişimin temel noktasıdır. Yüz: Canlı olun. Mümkün olduğunca gülün. Göz: İnsanların yüzüne bakın. Konuşurken gözlerinizi kaçırmayın Jestler:Jestlerinizin (el, kol vs. kullanımı) sözlerinizle aynı mesajları vermesini sağlamalısınız. Ellerin kenetlenmesi, kolların kavuşturulması, ellerinizin çene hizasında olması durumlarından kaçının. Aşırıya kaçmadan jestlerinizi kullanın. Baş Hareketleri: Karşınızdaki konuşurken başınızı ara sıra aşağı yukarı hareket ettirerek onu dinlediğinizi ve anladığınızı belli edin. Duruş:Sizinle konuşan insanlara bakın. Mümkün olduğu kadar çok kişiye ara sıra da olsa bakmaya çalışın. Temas:Bazı durumlarda yaşı küçüklerle, aynı cins ve sizden daha alt statüde olanlarla bedensel temas kurun. Konuşma:Ses tonu çok önemlidir. Çok fazla konuşmayın. Toplulukta eşit miktarda konuşun. İyi bir iletişim sağlamayı öğrenmek için etkili iletişim kuran insanların nasıl davrandığını gözlemlemek gerekir. Çünkü onlar ne söylemek istediklerini bilirler, pozitif iletişim kurma yeteneğine sahiptirler, nerede, ne zaman, ne konuşulacağını bilirler, karşı taraftan aldığı mesajları anlarlar. Dikkatlidir, diyalogu tek yönlü sürdürmez. İyi bir iletişim yeteneğiyle insan kendini daha iyi ifade eder iyi ilişkiler kurar. Konuşurken karşımızdakinin yüzüne bakmalı ters durmamalıyız. Karşımızdaki kim olursa olsun onu küçük görmeden hiçbir fayda sağlamasak da dinlediğimizi belli etmek insanlık adına güzel bir davranıştır.
İletişimin, herhangi bir sosyal sistem içindeki temel fonksiyonları, aşağıdaki gibidir:
Enformasyon: Kişisel, çevresel, yerel, ulusal ve uluslar arası koşulları anlamak, bilinçli tepkiler göstermek ve doğru sonuçlara ulaşmak için gerekli olan haber, veri, bilgi, mesaj, fikir ve yorumların toplanması, depolanması, işlenmesi ve yayılması.
Sosyalizasyon: Kişilerin, içinde yaşadıkları toplumun etkin üyeleri olarak, faaliyet göstermelerini sağlayarak, toplumsal bağlılığı ve bilinci besleyecek genel bilgi birikimini oluşturmak ve böylelikle, toplumsal yaşama aktif bir şekilde katılmalarına izin vermek,
Motivasyon: Her toplumun ve topluluğun yakın ve uzak hedeflerini oluşturmak, kişisel tercihlerin teşviki, kişisel ve toplumsal etkinlikleri geliştirmek, herkesçe kabul gören hedeflere ulaşmaya yardımcı olmak,
Tartışma: Karşılıklı fikir birliğini ve alışverişini kolaylaştırmak ve kamuoyunu ilgilendiren konularda farklı görüşleri netleştirmek için gerekli ortamı oluşturmak, genel kabul gören tüm yerel, ulusal ve uluslar arası konularda daha geniş bir kamuoyu ilgisi ve katılımı sağlamak,
Eğitim: Yaşamın tüm aşamalarında entelektüel gelişme, kişilik oluşumu, kişisel yetenek ve kapasitenin gelişimi için bilgi aktarmak,
Kültürel Gelişme: Geçmişin mirasını korumak amacıyla, kültürel ve sanatsal ürünlerin yayınlanması, bireyin ufkunun genişletilmesi, hayal gücünün, estetik gereksinmelerinin ve
yaratıcılığının canlandırılması yoluyla, kültürel gelişimin sağlanması,
Eğlence: Kişisel veya toplu olarak eğlenme amacıyla işaret, sembol, ses, görüntü aracılığıyla tiyatro, dans, sanat, edebiyat, müzik, spor vb. aktivitelerin yaygınlaştırılmasını sağlamak,
Entegrasyon: Tüm insanların, grupların ve ulusların birbirlerini tanıma ve anlamalarını sağlamak, kendileri dışındakilerin yaşam koşullarını, görüşlerini ve isteklerini değerlendirebilmek için gereksinim duydukları farklı mesajlara ulaşmalarını sağlamak.Örgüt içi iletişim fonksiyonları; bilgi sağlama, ikna etme ve etkileme, emredici ve öğretici iletişim kurma ve birleştirme olmak üzere dört grupta toplanabilir.
Bilgi sağlama işlevi. Bilgi alışverişi, iletişimin en temel işlevi olarak kabul edilir. Bilgi, bireyin toplumsallaşması ya da bireyin çevresi ile uyumlu bir ilişki kurması için gereklidir. Diğer yandan, örgütün amaçlarını gerçekleştirmek amacıyla, birtakım faaliyetlerin gerçekleştirebilmesi için, iş görenlerin; neyi, nasıl ve neden yapacaklarını bilmeleri için bilgiye ihtiyaç duyarlar.
İkna etme ve etkileme işlevi. İkna etme, bireyin karşısındaki kişi ve kişilerin davranış, düşünce ve tutumlarını istenen biçimde etkileme ve değiştirme sürecidir. Etkile ise, kişilerin tutum ve davranışlarını onların istek ve amaçlarına ters düşmeyecek şekilde, daha uzun sürede değiştirme girişimi olarak tanımlanabilir.
Emredici ve öğretici iletişim. Örgütlerde yöneticiler, astlarıyla yalnızca bilgi vermek için değil; neyi, nasıl yapacaklarını söylemek ve onlara yön vermek, davranışlarını yönlendirmek amacıyla da iletişim kurarlar. Astların, örgütsel amaçlar doğrultusunda performans göstermeleri için, eğitim ihtiyacının karşılanması gerekir. Eğitimin başarısı, eğitici ve eğitilenler arasında etkin bir iletişim kurulmasına bağlıdır.
Birleştirme işlevi. İletişim bir diğer işlevi de, birleştirme ve eşgüdümlemedir. Kültürel olarak birbirlerine bağlı bir toplumsal sistem içerisinde yer alan kişilerin, karşılıklı ilişki ve bağlılığını sürdürebilmeleri, iletişim ile mümkündür. Bireylerin örgütsel amaçlar etrafında toplanmalarını sağlayan iletişim, aynı zamanda bireylerin psikolojik bütünlüğünü ve dengesini korumada da önemli bir işleve sahiptir. Scott ve Mittchel, iletişimin sayılan fonksiyonlarının yanında, örgütlerdeki dört ana fonksiyonun bulunduğunu belirtmektedirler. Bunlar; kontrol,güdüleme, duyguların ifade edilmesivebilgi iletme fonksiyonlarıdır.
Kontrol Fonksiyonu: İletişim, görev, yetki ve sorumlulukları açıklayarak kontrole olanak verir. Belirsizlik içeren sorunlarda, problemin kaynağını bulmak ve önlemler almak mümkündür.
Güdüleme Fonksiyonu: İletişim, örgütsel amaçlara bağlılığı ve dolayısıyla güdülenmeyi arttırır. Duygularınİfade Edilmesi Fonksiyonu: İletişim, duyguların ifade edilmesini ve sosyal ihtiyaçların doyurulmasını sağlar.
Bilgi İletme Fonksiyonu: İletişim, karar vermede kullanılacak bilgiyi iletmede kullanılır. Etkili kararların alınabilmesi için, alternatiflere ve gelecekteki kararların olası sonuçlarına ilişkin bilgiye ihtiyaç vardır. İletişim, insanın yaşamında farklı alternatifler oluşturmasına katkı sağlar. İnsanın bir yere olan bağımlılığını azaltır. İnsanın ekonomik, sosyal ve kültürel yaşamını sürdürmesine ve geliştirmesine yardımcı olur.
İletişim, insanın varlık sürdürme biçiminin bir ürünü ve insanın varlık sürdürme biçimindeki gelişmelere göre değişimlere uğrayan insana özgü bir olgudur. S:1
İletişim, toplumsal sistemin sürmesini, kendini yeniden üretmesini sağlar. S:2
Dil'in aktüel kullanımı, içinde yaşadığımız hayatı yüzeydeki görünümü ile nasıl algılıyorsak öyle kabullenmemizi, benimsememizi sağlar. İçinde yaşadığımız hayatın görünümünün ardındaki gerçekliğini kavrayabilmemiz dil'in aktüel kullanımını, dil'in onu besleyen insan ve insan arasındaki ilişkilerin tarihi üzerine koyarak eleştirel bir yaklaşımla değerlendirmemizi gerektirir. S:5
Sosyal anlamda çatışma , birden fazla kişi ya da grup arasındaki ilişkilerden doğan bir süreçtir. Bu süreç içinde çeşitli adımları takip eder. Bu adımların her biri ayrı bir çatışma halinin göstergesidir. Literatüre göre çatışma terimi dört ayrı çatışma durumunu ifade etmektedir:
Gizli çatışma
Algılanan çatışma
Hissedilen çatışma
Açık çatışma
-->
Çatışma sürecini anlamak , çatışmayı yönetebilmenin ana öğesidir. Böyle olursa, etkin yönetim gerçekleşir ve çatışma kaynakları minimum seviyeye indirilebilir. Süreçle ilgili vurgulanması gereken bir husus ta çatışmanın yukarıda sözü edilen aşamaların hepsinden geçmeyebileceğidir. Yani, bir çatışmanın içindeki taraflar aynı anda aynı aşamada olmayabilirler. Örneğin, bir taraf harekete geçmişken diğer taraf algılama aşamasında olabilir. (Bumin, 1990, s.22)
-->
1. GİZLİ ÇATIŞMA
Sadece çatışma için gerekli koşulların mevcudiyetini ifade eder. Örneğin; kıt kaynakları elde etmeye yönelik bir rekabetin amaç farklılıklarının , bağımsızlık güdüsünün... varlığı gizli çatışmanın göstergesidir. (Baysal, 1996, s.303)
2. ALGILANAN ÇATIŞMA
Tarafların hepsi ya da bir kısmı çatışma koşullarını fark etmiştir. Algılayanlar , bastırma ya da dikkatini başka konulara yoğunlaştırma gibi savunma mekanizmalarını geçebilirler. Bastırma mekanizmasında ,çatışma ihmal edilir veya algılanma istenmez. İlerisi için tehdit kabul edilmez. Dikkat yoğunlaştırma mekanizması ise örgütsel sorunlar için söz konusu olur. normal olan örgüt tepkisi dikkati birkaç çatışmaya yoğunlaştırmaktır.
Karı – koca arasında televizyon yüzünden yaşanan çatışmaları düşünelim. Koca futbol maçı seyretmek isterken eşi televizyonun bulunduğu odada çalışmak istemektedir. Menfaatlerinin ortak olmaması çatışma çıkarır. Bunda etken olan her ikisinin de bastırma yolunu tercih etmeleridir. Çözüm ise, durumu sorun çözücü yaklaşımla algılamaları sayesinde gelir. Böylece menfaatler de birleşilebilir. Koca televizyonu kulaklıkla izleyebilir ve eşi de istediği sessiz ortamda televizyona sırtını da dönerek çalışabilir.(Bumin, 1990, ss.24-25)
3. HİSSEDİLEN ÇATIŞMA
Çatışmanın açıkça yaşanmasını ifade eder. Hislerin kaynakları olarak; kültür, eğitim, tecrübe , algılama süreci vs. gösterilebilir. Kaynağı ne olursa olsun, çatışma sürecinde hislerin önemi büyüktür. Hisler , çatışmanın başlamasına sebep olabildikleri gibi beklenen ya da başlamış çatışmaların önlenmesinde de rol alabilirler. Önemli olan durumun kişiselleştirilip kişiselleştirilmediğidir. Kişiselleştirme söz konusu ise karşı taraf tehdit edilir veya hakkında olumsuz karar verilir. Kişiselleştirme söz konusu değilse karşı taraf sorun yaratıyor olarak tanımlanır. Örneğin, “siz kötüsünüz” ifadesi kişiselleştirilmiş bir hissin ifadesidir. Bunun yanında, “senin düşüncen benimkinden farklı” ifadesi ise kişiselleştirilmemiş bir hissin ifadesidir. Kişiselleştirilen durumlar gerginlik yaratırken, kişiselleştirilmeyen durumlar sorun çözme metotlarıyla aşılabilir. Çatışmaya neden olan hisler insanın kişilik yapısından kaynaklanır. Kişilik yapıları zıt olan bir çiftin evliliğinin gerginlik içinde geçmesi bu konuya örnek olarak verilebilir. Kişilik yapıları ilişkileri ile ilgili hislerini etki edecektir. İşbirliğine ve ortak başarıya değer veren taraf, rekabete ve galibiyete değer veren tarafa göre çatışmayı daha az yaşayacaktır. (Bumin, 1990, s.26)
4. AÇIK ÇATIŞMA
Davranışta bulunan tarafın; karşı tarafın amaçları üzerinde yıpratıcı ve yıkıcı etkiler yaratması halidir. Açık çatışmanın en somut hali fiziki saldırılardır fakat toplumun davranış normları bunu yasaklamış olduğundan, açık çatışma hali genellikle bir tarafın diğerinin çalışmasını bilinçli olarak engellemesi şeklinde görülür. Örneğin; Aydın Bey, İhsan Bey’in amaçlarının gerçekleşmesine farkında olmadan engel olmaktadır. Eğer İhsan Bey, Aydın Bey’e davranışını çatışma sebebi olarak algıladığını belirtirse ve bu mesajı alan Aydın Bey davranışını değiştirmezse, olay açık çatışma halini alacaktır. (Baysal,1996, s.303)
ÇATIŞMANIN ÇÖZÜLMESİ
Bu aşamada amaç açık çatışmanın bitirilmesidir. Rekabet ve benzeri sebeplerden doğan çatışmaları çözmek basittir. Bu çözümün kuralları mevcuttur ve kurallar sonucu ulaşmayı sağlar. Yıkıcı etkisi yüksek çatışmaların çözümü içinse acil stratejilerin geliştirilmesi gerekir. Bu stratejilerden bazıları; kazan-kaybet, kaybet-kazan, kaybet-kaybet ve kazan-kazan stratejileridir. (Bumin,1990, s.27)
ÇATIŞMANIN SONUCU
Çatışmalar çözümlenmiş olsalar bile tarafların ilişkileri, tutumları, hisleri, amaçları, kaynakları vs. üzerinde etki bırakırlar. En az zararla çıkılan sonuç basit rekabetin sonlandırılmasıdır. Çatışmanın sonuçları taraflardan en az biri için genellikle olumsuzdur. Açık mağlubiyet, muhalefet duygusunu arttırır ve yeni çatışmalara zemin olur. Mağlup taraf kazanmaya çabalar. Bu çabalar, taraflar arası güveni ve iletişimin sağlığını zedeler. Çatışma anlaşma ile sonuçlanmışsa, yapılan anlaşma muhalif duyguların etkisinde yürüyecektir. Her bir taraf yaptığı fedakârlığın diğerinden fazla olduğunu düşünecektir. Taraflardan tam anlamıyla kaybeden olmadığı halde yeni duruma dirençler görülebilecektir. İleride yapılabilecek anlaşmalarda daha iyi şartlarda pazarlık yapma isteği de taraflar arasındaki güvenin ve iletişimin sağlığının tahrif olmasına sebep olacaktır. (Bumin,1990, s.28)
Bahsedildiği gibi çatışma, sosyal hayatın ayrılmaz bir parçasıdır. Sosyal yaşam sürecinde; değer yargılarının, inançların, algıların farklılaşması sonucu çatışmaların görülmesi kaçınılmazdır. Çatışmanın sonucunun olumlu yada olumsuz olması çatışmanın yönetim şekline bağlıdır. Kırgınlıklar, bozulan iletişim, düşen verimlilik gibi göstergeler kötü yönetime işarettir.
Globalleşen dünyanın değişmeyen tek özelliğinin değişim olduğu kabul edilirse; bireylerde ve örgütlerde farklılığın artması sonucu çatışmalar yaşandığı gerçeği bir kez daha ispatlanacaktır. Değişim ve çatışma ürkütücü olarak algılanan kavramlardır. Ürküntüye çatışmanın, olumsuzluk, düşmanlık ve acı gibi kavramlarla beraber anılması sebep olur. Bilinmelidir ki değişim durmadıkça çatışmaların durması mümkün olmayacaktır. Çatışma kaçınılmaz olduğuna göre yapılması gereken olumlu sonuçlarını kullanabilmek ve olumsuz sonuçların yıpratıcı etkilerini önleyebilmektir. (Karip, 1999, s.2)